Veba salgını konusunda yazan bir Avrupalı, 'Veba bizi birbirimize karşı, köpekten daha fazla gaddar kılmaktadır' demekteydi. Yaşama azmi olanlar kırlara kaçarak hayatta kalmaya çalışırken kimileri kendilerini içkiye verir, bağıra bağıra şarkılar söyler, hastalığın adını bile anmazlardı. Salgının uğradığı şehirler artık birer ölü kent halindeydi. Hiçbir iş yapılamıyordu. İnsanlar sokak köşelerinde pazar ayinlerini icra etmeye çalışan rahipleri pencerelerinin arkasına saklanarak izlerlerdi.
Veba, kadınları ve bir yaşından küçük çocukları daha fazla etkiliyordu. Sokaklar çürüdükten sonra köpekler, kediler ve domuzlar tarafından parçalanmış cesetlerle dolardı. Şehir sahilde ise cesetler kayıklara doldurulup denize salınır, imkân olursa da denizde yakılırdı. Kokuşmuş cesetler yüzünden gökyüzü akbaba sürüleriyle doluydu. Birçok şehir aç kurtların saldırısına uğramıştı.
Cesetler, büyük çukurlara gömülürdü ve bu toplu mezarlarda 15 bin cesedin bulunduğu olurdu. Ölü gömücüler, ölü sayısına yetişecek kadar hızla çukur kazamıyorlardı. İnsanlar ne para, ne de ilişkilerini kullanarak ölülerini gömecek birisini bulamaz hale geldiler. Çukurların çoğu isimsizdi. Mezar taşı olanlarda da 'Bir gecede 100 kurban verildi, bu evden on kişi öldü' gibi ibareler yazılırdı.
Hıristiyanlık öncesinde vebayı durdurmak için tanrıların çok sayıda heykelleri yapılır ve bunlardan medet umulurdu. Meselâ, Antakya'nın ikinci kurucusu sayılan Dördüncü Antiochus zamanında çıkan veba salgınını sona erdirmek için halk, ilâhlardan yardım geleceği ümidiyle bir kayaya Yunan mitolojisindeki Cehennem Kayıkçısı'nın, yani Charonion'un heykelini oymuştu.
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız