Saray'ın bahçesinde, Bostancı fırınının hemen yanı başında, küçük bir hapishane vardı. Burası aynı zamanda işkencehane olarak kullanılırdı. İnfaz öncesi işkenceleri burada yapılır ve bu işkencehaneye de, “fırın” adı verilirdi. Topkapı Sarayı tarihinde, işkence görecekler için kullanılan “Fırına götürün” tabiri buradan gelir. Cellatların bir başka önemli görevi de, başkentten uzaklarda gerçekleştirilen önemli idamlarda, kesilen başların salamura ya da bal içine konulup İstanbul'a gönderilmelerinden sonra, bunların temizlenip, Saray'ın Bâb-ı Hümayun önündeki ibret taşları üzerine yerleştirilmesiydi.
Saray'daki cellatlar arasında, özel olarak seçilmiş dilsiz cellatlar da vardı. Bunlar bilhassa gizli olarak yapılan infazları yerine getirirdi. Osmanlı döneminin gelmiş geçmiş ünlü cellatları arasında, adından en çok söz edileni şüphesiz, Kara Ali'dir. Naima ve Evliya Çelebi'nin de şöhretinden söz ederek adını andıkları bu cellatbaşı, 17. Yüzyıl'da yaşamıştır ve yamağı Hamal Ali ile birlikte, bir padişah (Sultan İbrahim), 10’dan fazla sadrazam, bir o kadar da vezir ve paşanın başlarını uçurmuştur.
Boğarak öldürdüğü, öldürdükten sonra da cesedine taş bağlayarak Marmara sularının derinliklerine attığı ünlüler arasında, şair Nef’i de vardır. Lakabından anlaşıldığı gibi, Kara Ali, bir Çingene’ydi. Reşad Ekrem Koçu, Evliya Çelebi'nin yazdıklarından yola çıkarak, Kara Ali için, şunları söyler: “Neuzibillah, çehresinde nur kalmamış zehir gibi bir adamdı. Yaz-kış kolları sıvalı, baldır bacak çıplak; göğsü bağrı açık gezerdi. Suçlu, masum, genç, ihtiyar, haydut, vezir, âlim, Müslüman, Hıristiyan, kadın, erkek ayırt etmezdi. Onun için yalnızca kement geçirilecek boyun, satır çalınacak ense vardı."
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız