Düelloyu politik ve sosyal işlevlerinden ötede çekici kılan öğe, "modernlik karşıtı vuruş" yönüydü. Aristokrasinin cazibesinden pay almak isteyenler, sosyal değişikliklerden korkanlar, önyargılara ve tutuculuğa karşı savaşanlar, düellodan aynı ölçüde yararlanıyorlardı. Uygarlığın eleştirisinde hepsi hemfikirdi; "tamamıyla maddi amaçlar"a karşı çıkıyorlardı. İkili şeref savaşını keskin bir biçimde eleştiren Fontane bile, hakarete uğramış kişinin zararını para vererek giderme yoluna giden İngiliz terbiyesizliğini reddediyordu. Thomas Mann'ın "Zauberberg" adlı romanındaki hümanist yazar Settembrini de fiziksel kavganın duygusal gerekliliğinden emindi. Bu arada şair, 1910'da filozof Theodor Lessing'in kendisine telgrafla yaptığı düello çağrısını, müthiş form düşüklüğü nedeniyle geri çevirmişti.
Düellocular, sabahın altısında, tanyerinin sisinde karşılaştıkları zaman hepsi eşittiler ve tabii hepsi tam erkektiler. Günlük yaşamda memur, asker veya politikacı olmak, diğerinin karısını baştan çıkarmak veya parlamentoda yanlış tarafta oturmak önemsizdi. Önemli olan, silahı ateşlerken titrememekti. Nitekim, "erkeğe" tabancanın mı, yoksa kılıcın mı daha çok yaraştığı uzun zaman tartışılmıştı.
Tüccar Salomon Strauss, şair Heinrich Heine'nin kendisi aleyhine dedikodu yaptığını duyup onu yumruklayınca, şairden tabancayla düello daveti almıştı. Rakibinin tabancayı kabul etmemesi halinde de Strauss'un "korkak bir kan" olacağını belirtmeyi de unutmamıştı. Oysa, Heine'nin düellonun sonucundan çekindiği açıkça belliydi. Uzun zamandır hayat arkadaşı olan Mathilde Mirat'yla evlenmiş ve onun saygıdeğer bir dul olmasını sağlamıştı.
Bu tür düşünce ve özveriden tamamen arınmış olan Berlinli bir banker ise, eşi için düelloya girmeyi reddetmişti. Çünkü, sadakatsiz karısının onunla evlenmeden önce evli bir yüzbaşıyla ilişkisi olduğunu öğrenmişti, kendını hiçbir şekilde sorumlu tutmuyordu. Bu yüzden, karısının "namusunun temizlenmesi" işini, bacanağına havale etti.
Düellonun bütün karmaşıklığı içerisinde sadece tek bir şey herkes tarafından açıkça biliniyordu: "Kadının namusu"... Ve kadının namusu da erkek işiydi. Düellonun sonucu ne olursa olsun, uğruna düello yapılan kadın, eş, kız evlat veya kız kardeş "toplumsal idam"a uğrardı, ama erkeğin üzerindeki bütün kuşkular kalkardı. Namusunu temizleyen erkek, bu duruma açıkça sevinmeyi ahlaksızlık sayardı ve aldatan aşıkla aldatılan koca birlikte aklanırlar, kabak yine kadının başında patlardı.
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız