Korsanlarla kral temsilcileri arasında bir disiplin ve tazminat anlaşması bile imzalanırdı. Savaşta yaralanan korsanlar, bu anlaşma çerçevesinde tazminat alırlardı. Bir parmağını, ya da gözünü kaybedene 100 altın para, sol kolunu kaybedene 500, sağ kolunu kaybedene 600 altın para tazminat ödenirdi. Kaptan, diğer korsanlardan her zaman iki misli daha fazla pay alırdı.
Ancak, korsanlık aleminde kaptan statüsünün, donanmadaki kaptan subay statüsünden farklı olduğunun altını çizmek gerekir. Korsanların kaptanı en küçük bir hata yaptığında emrindeki serseriler ayaklanır ve onu alt ederlerdi. Kaptanlara genellikle iki tür ceza verilirdi: Ya az miktarda yiyecek ve bir tüfekle ıssız bir adaya bırakılırlardı, ya da geminin iskelesinden denize doğru uzatılan bir tahtanın üzerinde saatlerce bekletilirlerdi.
Yeni Kıta'nın İspanyollar tarafından keşfedildiği dönemde, İngilizlerle Fransızlar'ın çıkarları denizde çakışmıştı. İspanyollar ve Portekizliler her ikisinin de ortak düşmanlarıydı. O günlerde özellikle Karaibler'e dehşet saçan korsanların büyük bir bölümü ya İngilizlerin ya Fransızlar'ın himayesi altındaydı. Kendi hesabına korsanlık yapmak isteyenler ise, en acımasız bir biçimde, şiddetle cezalandırılıyordu. Karaibler'e hakim olan korsanlar arasında da, Hollandalı Lavasseur, yine Hollandalı Lorenzo de Graff ve Fransız François de Grammont gibi isimler ünlüydü...
18. yüzyılın başlarına gelindiğinde, Portekiz ve İspanyol rakiplerini alteden İngiliz ve Fransızlar için, "devlet eliyle korsanlık" verimli bir faaliyet olmaktan çıkmış, ülkenin sırtında bir yük haline gelmişti. 1715 yılında, Hollanda'nın Utrecht kentinde toplanan Avrupa'nın büyükleri, korsanlığı resmen yasadışı ilan ettiler ve kralların hizmetinde çalışan korsanları donanma içinde eritmeye başladılar. Bazı ünlü korsanlar, bu mesleği bırakıp iş hayatına atıldılar ve çok zengin oldular. İşte, günümüzde filmlerde korkunç anlatımlarını izlediğimiz gerçek korsanlar da bu tarihten sonra ortaya çıktılar.
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız