Bulunması çok zor şeyler için genellikle samanlıkta iğne aramak deyimi kullanılır. Samanlıkta iğne aramak ve bulmak gerçekten de çok zordur çünkü. Onca saman tanesinin arasında bir iğneyi bulmak. Tabii mıknatısımız varsa bu başka. Ama neyse. İşin şakası bir yana deyimler hala günümüzde çok şey anlatmakta. Peki samanlıkta iğne aramak bir insanın kendi hayatı için nasıl söz konusu olabilir? Yani bir insan kendisi için nasıl hayatını bu hale getirebilir? Aslında bunun en büyük iki nedeni insanın gerçek olmayan bir şeyin peşinde koşması ve yüksek beklentilere sahip olmasıdır. Bu ikisi insanın hayatında aradığı şey her neyse onu bulmayı çok zorlaştıracaktır. Şimdi gerçek olmayan şey neymiş onu anlatmaya başlayalım.
Gerçek olmayan şeyler aslında bizim hayal dünyamızda kurduğumuz herhangi bir şey olabilir. Yani şöyle düşünün, uçabilen bir insan, kanatları olan uçabilen bir insan, mesela bu hayal gücümüzle kurduğumuz ve gerçek olmayan bir şeydir. Tabi bir insan böyle bir şeyi hayal eder ve gerçek olmadığını bilir. Çünkü kanatları olan bir insan yoktur, bunu bilir. Ama mesele bilmediği şeylere gelince işte orada gerçek olmayan şeyleri hayal etmeye başlayabilir. Çünkü aslında insan soyut kavramları hayal ederken hiç bilmediği bir yere doğru bilmediği bir yoldan hareket etmeye çalışan bir insana benzer. Tıpkı Christophe Colomb'un Amerika'yı ilk keşfettiğinde oranın Amerika olduğunu anlayamaması gibi aslında. İnsanın hiç bilmediği bir şey budur. Mesela bir insan kendisine daha önceki içeriklerimizde bahsettiğimiz gibi mutluluğun tanımını yapabilir. Ancak mutluluğun gerçekte ne olduğu hem kişiden kişiye göre değişir, soyut bir kavramdır hem de bunu birey nasıl tanımlayacağını bilmez. Bu yüzden zamanla kendisine bir mutluluk tanımı oluşturur.
Ya da mutluluk gene soyut bir kavram, daha somut bir kavramdan gidelim. Diyelim ki bir insan evleneceği başka bir insanı, bir eş modeli hayal ediyor olsun. Ancak insan daha önce hiç evlenmemişse, ki genelde insanlar evlenene kadar daha önce hiç evlenmezler, kafasında bir eş kavramı oluşturmaya başlar. Daha sonra da hiç bilmediği bir şeyi modellemeye başlar. Ona belli anlamlar, belli vasıflar yüklemeye başlar. Ancak aradığı şey, yani kafasında kuruduğu şeyle gerçekte olanın bir alakası yoksa, birey burada aradığı şeyi bulmakta çok zorlanacaktır. İşte samanlıkta iğne aramak dediğim şey tam olarak budur. Yani birey hiç bilmediği bir konuda, soyut veya somut fark etmez. Kendisine bir model, bir portre çizer ve gerçek hayatta da onu aramaya başlar. Ama kafasında çizdiği modelin gerçek hayattakiyle bir alakası yoksa, onu bulamayacaktır. Bulamadıkça da işin en kötü yanı, sorunun da ne olduğunu anlayamayacakmış. Çünkü kafasında kurduğu şeyle gerçekliği ayırt edemeyebilir insan. Çünkü dediğim gibi, gerçeğin de ne olduğunu bilmediği için, kafasında kurduğu şeyin gerçek olmadığını algılayamayabilir.
İşte insan hayatta aradığı şeyleri bu sebepten dolayı bulmakta zorlanacaktır. Hatta bunun günümüzde pek çok gerçek örneğini bile görebiliriz. Şimdi ise kafada kurulan modelden yüksek beklentilere geçebiliriz. Yine eş örneğinden veya mutluluk kavramından devam edecek olursak, birey bunları kafasında kurarken onlara çok fazla anlam yükleyip, çok büyük beklentiler içerisine girerse ve çok büyük beklentiler içerisine girildiğinde o şey gerçekle alakasını kaybederse, birey yine aradığını bulamayacaktır. Şimdi bir düşünelim ya da bir örnek verelim. Bir insan mutluluk kavramının içine çok lüks bir araba, çok lüks bir ev, çok zengin olmak, muhteşem bir aile gibi ulaşılması çok zor kavramları koyarsa mutluluğa ulaşamayacaktır. Veya birey eş kavramının içerisine çok iyi olsun, çok iyi görünsün, çok iyi davransın, çok iyi konuşsun, çok şöyle olsun, çok böyle olsun gibi yüksek beklentiler koyarsa bu yüksek beklentileri karşılayan insanı da ya bulamayacaktır ya da bulunmakta çok ama çok zorlanacaktır. Yani samanlıkta iğne arayacaktır. İşte yüksek beklentiler de bu şekilde bireyin aradığını bulmasını son derece zorlaştıracaktır. Samanlıkta iğne aramakla hemen hemen aynıdır yani bu durum. İşin kötüsü dediğim gibi gerçekle gerçek olmayanın arasındaki bağ kuramayan, çünkü gerçeğin de ne olduğunu bilmeyen birey, her geçen gün peşinde daha da çok koştuğu bu hayalinin peşinde daha da çok yorulacaktır.
Sonuç olarak bir insanın kendi hayatını zorlaştırması için aslında hayal gücünü kullanması bile yeterli oluyor. Gerçekten de hem komik hem de trajik bir durum. Ama insan böyle işte. Sadece kendi hayal gücüyle kendi hayatını zorlaştırabilen bir canlı Bir düşünsenize, o kadar yüksek beklentiler içine girip hiç ulaşamamaktansa beklentileri düşürüp ulaşmak daha iyi olmaz mıydı? Veya gerçeğini hiç bilmeyip hiç ulaşamamaktansa gerçeğiyle yüzleşip ulaşmak daha iyi olmaz mıydı? Aslında burada da şu kavrama girmek daha iyi olacaktır. İnsanın hayaller içinde yaşamayı sevmesi kavramı. Yani hayal edilen bir şeyin ve mükemmelleştirilen bir şeyin akılda hep o şekilde kalması ve o şekilde hatırlanmak isteği. Böylece birey gerçekle yüzleşmek istemez. Kafasında kurduğu şeyi öyle hatırlamak ister. Yani mükemmel, harika veya istediği şekil her neyse o şekilde.
Ve buradan tekrardan bir sonuca varacak olursak, aslında insanın kendi hayatını zorlaştırmasıyla birlikte kendi mutlu olduğu alandan çıkamaması da bir diğer problemdir. Aslında bu bireyin kendisi için bir problem değildir. Çünkü birey kendi konfor alanındadır, kendi hayal dünyasında yarattığı konfor alanındadır. Ama zaman geçtikçe ve o istenilen şeye ulaşılamadıkça bazı gereklilikler yerine getirilmezse, mesela bir eş bulmak gibi toplum için önemli olan şeyler yerine getirilemezse, bu toplum için bir problem olmaya başlar. Belki de günümüzdeki evlilik oranlarının düşmesinin ve nüfus oranındaki artışın düşmesinin en önemli sebeplerinden birisi de budur. Olabilir mi? Neden olmasın? Olabilir. Sonuç olarak insanın hayal gücü onu samanlıkta iğne arayan birisine çevirebilir.
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız