İnsanlık tarihi boyunca medeniyetini geliştirse de, kendini değiştirse de, yaşam tarzını değiştirse de, kaçamadığı belli başlı yollar vardır. Bu yollardan birine basit bir örnek verecek olursak, insan ne yaparsa yapsın yemek yemekten kaçamaz. Yediği yemekleri değiştirebilir, pişirme şeklini değiştirebilir, yemek yediği platformu değiştirebilir ama sonuçta o yemeği yer ve bundan kaçamaz. Çünkü o yemeği yemek insan doğasının bir parçasıdır. İnsan yemek yemezse hayatını kaybeder. İşte bu ve bunun gibi durumlarda insanlar bu yollardan kaçamazlar.
Bu içerikte ise insanlığın kaçamadığı yollardan inanmayı ele alacağız. İnsan inanmaya odaklıdır. Bunun en büyük sebeplerinden birisi ise insanın kendi doğasıyla ilgili olan kısıtlamaları ve bu kısıtlamalar sebebi ile içinde yaşadığı doğayı yorumlayarak algılamasıdır. Yorumlayarak algılamaktan kastettiğim ise tam olarak şöyle bir şeydir. Bir insan herhangi bir şeyin bütünlüğünü anlarken onun bütünlüğünü tam olarak algılayamaz. Yani göremez, duyamaz ve hissedemez. Birkaç parça algılayıp kalan kısımları kendisi yorumlar. Örneğin bir fotoğrafta bir arabanın ön kaportasını görüp arabanın kalanının hangi şekilde olduğu hakkında bir tahmin yürütüp yorum yapmak gibidir.
Ve insan, yani o yorumu yapan kişi aslında o arabanın kendi kafasında yorumladığı gibi, biçimlendirdiği gibi olduğuna inanır. Ama gerçekte o arabanın neye benzediğini bilmez. Yani o arabanın kafasındaki gibi olduğuna inanır. İşin en enteresan yanı, bu adam o arabanın o şekilde olduğuna olan inancını başka insanlara aktardıkça, onun kafasında kurduğu şey, yorum, bir gerçekliğe dönüşüverir. Yani o bireyin inandığı şey, herkesin inandığı şeye dönüştüğünde, o şey bir gerçeklik olur. Ama insanlar ne o adamın ne düşündüğünden haberdardır, ne de o adamların sadece kap ortasından görünüp arkasından görünmeden bu tahminin yapıldığından haberi vardır.
İşte inanmak da aslında böyle bir şeydir. Yani, birisine bakarsınız diyelim mesela ve o kişinin belli başlı davranışlarından yola çıkarak o kişinin bütünü hakkında yorum yapar ve ona inanırsınız. Aslında burada yapılan yorumda çok büyük hatalar olabilir. Birincisi, yapılan yorum, yorumu yapan kişinin objektifliği kadar doğrudur ki insan asla her zaman %100 objektif olamayacaktır. Dolayısıyla bu yorum genellikle yanlıştır ve bireyi hatalara sürükler. İkincisi, birey inandığı şeyin üzerine bir şeyler inşa edip o inancını gerçeklik olarak benimsemeye başladıkça kafasında kurguladığı şeyin, yani parçadan bütüne gittiği şeyin aslında öyle olmadığı ortaya çıktıkça kurduğu bütün her şey de başına yıkılmaya başlar.
Ama maalesef ki insan sınırlı algıları sebebiyle yorumlayarak hareket etmek zorundadır. Bunu hepimiz yaşıyoruz. Yani herhangi bir olaya baktığımız zaman kaç kişi yüzde yüz o olayın gerçekte nasıl olduğunu bilebilir? Neredeyse hiçbiri biz bilemeyiz. Burada önemli olan şey doğru yorumu yapabilmektir. Ama doğru yorumu yapabilmek, yani parçaya bakıp bütünün tamamen doğru tahminini veya doğruya en yakın olan tahminini yapabilmek neredeyse imkansızdır. Çok zordur. İşte bu yüzden insanlar genellikle hatalı varsayımları üzerinde kurdukları hayatlarında ve sistemlerinde çöküşler yaşayıp dururlar.
Bir örnek daha vermek gerekirse, o üstünü başını beğendiğiniz veya konuşma şeklini beğendiğiniz kişiyi düşünün. Aslında sadece görüntüsüne bakarak, bireyin bütünü hakkında bu dürüst, namuslu, iyi bir insandır diye yorum yaptığınızı varsayalım. İşte o insan dolandırıcı çıkarsa veyahut da sizin beklentilerinizi karşılamazsa, sizin o beklentilere göre inşa ettiğiniz hayalleriniz ve bununla birlikte gelen pek çok şeyiniz yerle yeksan olacaktır. İşte bu yerle yeksan olma hali, insanın kaçamadığı yoludur. İnsan asla tam olarak bilemeyecektir ve tam olarak bilemediği için de her zaman ama her zaman sonunda yerle bir olacaktır. Çünkü tamamen bilmediği ve parçalardan bütüne gittiği modelinin günün sonunda ne yazık ki her zaman çöktüğünü görecektir. Ve bu yüzden ne krizler ne de çöküşler bitecektir.
Yorum yapmanın ve inanmanın, yani parçadan bütüne doğru gitmenin insanın için kaçınılmaz olduğunu anladık. Peki, insanın parçadan bütüne giderken neredeyse tamamen doğru yorum yapması mümkün müdür? Aslında burada önemli olan şey, parçadan bütüne giderken elinde olan gerçek parçalarla elinde olmayan, sadece hayal ederek kurduğu bütünün bir hayal olduğunu asla unutmaması gerekir. Aslında o bütün bir gerçek değildir, sadece bir tezahürdür. İnsan bunu unutmaz ve hayatını buna göre şekillendirirse, sadece elinde kalan gerçekler üzerinden temel alıp, hayaller veya o tahminler üzerinden de temeller oluşturmaz ise, en azından batmayacak şekilde, emir adımlarla ilerleyebilecektir.
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız