Bir insanın kendini tanıyor olması aslında pek de kolay bir yolculuk sayılmaz. Çünkü bir insanın kendini gerçek anlamda tanıyabilmesi için üzerine uzun uzun düşünmüş olması, kendisiyle ilgili pek çok değerlendirmeyi ve çevresiyle ilgili kendini pek çok konuda kıyaslamış olması ve belli başlı sonuçlara varmış olması lazımdır. Böylece bir insan gerçekten ne istediğini veya neye ihtiyacı olduğunu anlayıp hayatta buna yönelebilir. Bu gerçekten neye istekte olduğu veya neye ihtiyacı olduğu konusu ise aslında içgüdüleri ile ilgili bir konudur. Ancak kendini tanımayan insanlar içgüdülerine değil hayallerine oaaklanırlar. Ve bu durum aslında insanın aradığını bulamamasına sebep olur. İnsan hayallerinin peşinde koşar ta ki hayal ettiği şeylerle içgüdülerinin ona sunduğu şeyler, içgüdülerinin yarattığı arzular birbirleriyle çelişene kadar.
Burada hayal dediğimiz kısmı, çevremizde sıklıkla gördüğümüz veyahut da duyduğumuz bazı hikayeler, anılar ve olaylar oluşturacaktır. Ancak içgüdüleri harekete geçiren şeyler ise pek çok insan için bir sırdır. Çünkü yaşamadan neyin içgüdülerimiz harekete geçirdiğini tam olarak bilemeyiz. İçgüdüler bir kere harekete geçtiğinde onların karşısında durmak pek de mümkün olmaz insan için. Yani genel olarak çok zordur. İradeli olmayan bir insan için özellikle çok zordur. İşte sır da buradadır zaten. İçgüdülerin neyin harekete geçirdiği ve bunun hayallerle hangi noktalarda çeliştiğidir.
Bu duruma bir örnek verecek olursak, çok basit bir varsayımla örneklendirelim. Varsayalım ki, kırmızı renk bir insanın içindeki enerjiyi, hazzı, arzuları ve istekliliği açığa çıkarıyor olsun. Varsayıyoruz sadece. Böyle bir şey olduğu için değil. Ve bu insan hayatı boyunca hiç kırmızı rengi görmemiş olsun. Dünya üzerinde de hep yeşil renkli arabalar, yeşil renkli evler veya başka renkte şeyler var olsun ama kırmızı renk olmasın. Bu insan da evi, arabayı yeşil renkli olarak veya başka renklerde hayal edecektir ama kırmızı renkte hayal etmeyecektir. Çünkü görmemiştir, yaşamamıştır. Ancak bir gün karşısına kırmızı renkli bir araba çıkarsa, içindeki içgüdüleri harekete geçirecek ve yeşil renkli olan veya başka türlü renklerde olan ne arabalar veya ne evler varsa hepsini bir kenara bırakıp o kırmızı renkli olan arabaya yönelecektir.
Burada bireyin aslında içgüdülerinin harekete geçmesinden dolayı çevresinde gördüğü ve hayal ettiği o diğer renkleri bıraktığını görüyoruz. İşte insanın içinde var olan ve belli başlı durumlarda harekete geçen içgüdüleri de onu pek çok şeyi bırakmaya veya farklı konuları yönlendirmeye zorlayabilir ve aslında bunu pek çok insan hayatı boyunca belli dönemlerde yaşar ve içgüdülerinin tarafına geçer. Özellikle iradesiz olanlar anında içgüdülerinin tarafına geçerler. İçgüdülerin bir insan üzerindeki gücü hem tartışılamayacak derecede büyüktür hem de bir insan açısından fark edilmesi oldukça güçtür. Çünkü insanın yaşadığı duruma bir üst perdeden, bir üst bilçiden bakabilme yetisini kazanabilmesi için çok ama çok uğraşması gerekir. Bunu kazanamayan insan ise içgüdülerinin nasıl peşinde koştuğunu, içgüdülerinin nasıl işlediğini bunları algılayamaz bile. Sadece peşinde koşar.
Ve insan kendisine sorar. Hatta çevresi bile kendisine sorabilir. Bir şeylerin peşinde koştuğu zaman bunun neden yaptığını. Bugün yaşadığımız dünya genellikle insanın ona sunulan ideal hayallerin peşinde koşmasını öğürtler. Ancak içgüdüler böyle çalışmadığında ve insan içgüdülerinin peşine yöneldiğinde bu pek çok insanı şaşırtan bir durum olacaktır. Tabi günümüzdeki toplumsal gelişmeler ve sosyolojik değişimler aslında bu durumu biraz körüklemeye başladı. Artık insanlar birbirlerinin yaptığı enteresanlıklara şaşırmıyor ve insanlar aslında içgüdülerini daha rahat yaşamaya başladılar. Tabi bu ne kadar iyi sonuçlanacak bir şey, bunu göreceğiz. Muhtemelen hiç iyi sonuçları olmayacak ama en azından insanlar kendi doğalarını daha çok yaşamaya başladılar. Kendi gerçekleriyle yüzleşiyorlar. Ve bu onların birbirlerine karşı daha çok yalnızlığa ve daha çok temkinli olmaya itiyor. Toplumsal çürüme yaşanıyor.
Ve bu toplumsal çürüme aslında insanlara sunulan ideallerden uzaklaşılması yüzünden oluyor. Tüm o idealler ve tüm o hayaller iyi bir toplum inşası için yapıldı. Ancak burada içgüdülerin insanlar tarafından nasıl tercih edildiğini ve toplumun nasıl çürüdüğünü görebiliyoruz. Bu sadece bizim ülkemizde değil, tüm dünyada yaşanıyor. İnsanın idealleri veya ona sunulan hayalleri seçebilmesi için gerçekten de iradeli olması gerekir. Ancak hayaller arzuyu ortaya çıkarmayabilir ama içgüdüler çıkaracaktır. Bu da içgüdülerin en büyük güçlerinden bir tanesidir. Tıpkı az yemek yemenin önemli olması gibi ama içgüdülerin çok fazla yemek yemek isteyebilmesi gibi. Ve pek çok durumda içgüdülerin kazandığını görebiliriz. Özellikle açlık durumu çok fazlalaştığında kesinlikle içgüdüler kazanacaktır. Bu da son örnek olsun.
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız