Onsekizinci yüzyılın başında, İsviçre'nin Basel kenti veba salgınına yenik düşmüştü. Salgın ertesi ölenlerin kimlikleri tesbit edildiğinde, kent Yahudiler'inin kayıplarının yok denecek kadar az olduğu görüldü. Çünkü, kentteki Yahudiler, özellikle dinsel töreleri gereği düzenli biçimde sarımsak yemekteydiler. Bu bitkinin de birçok hastalığa iyi geldiğini yüzyıllardır biliyorlardı...
1721 yılında aynı salgın hastalık, bu kez Marsilya'yı vurdu. Hırsız çeteleri de bu kargaşada salgının kırıp geçirdiği mahallelere dalarak soygunlar düzenliyorlardı. Polis, bir süre sonra çetelerin üyelerinden dördünü yakalamayı başardı. Soruşturmanın sonunda şaşırtıcı bir şey öğrenildi; hastalıkların kol gezdiği yerlerde dolaşmasına karşın, hiçbir çete üyesi hasta olmamıştı. Araştırınca anlaşıldı ki, hırsızların dördü de hastalanmamak için şarap, sirke ve sarımsak yemişlerdi...
Neolitik Çağ'dan bu yana, dünyadaki hemen her kültüre ait insanlar tarafından bilinen sarımsağa ilişkin en eski yazılı bilgiler, Sümerli'lerin M.Ö. 2600–2100 yıllarına tarihlenen tabletlerine dayanıyor. Sümerler'le başlayan bu serüvenin yayılma yönüne göre, sarımsağın önce İndus Vadisi'ne, ardından da Çin'e ulaştığı anlaşılıyor. Sarımsağın Çin'e ulaşmasının Hint tıbbı aracılığıyla gerçekleşmiş olduğuna hiç kuşku yok… Çinlilerin kullandığı bitkilerin çoğu gibi, sarımsak da Kore yoluyla Japonya'ya girmiş. Japonlar bu bitkiyi soğuk algınlıklarının tedavisinde ve afrodizyak olarak kullanmışlar.
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız