Feodal dönemden kapitalist döneme geçen toplumlarda yazının ve eğitimin toplumun ayrıcalıklı bir kesiminin tekelinden çıkıp yaygınlaştırılması gereği doğunca, bu toplumlar, alfabelerinde ve dillerinde reforma gitmek zorunda kalmışlardı. Osmanlı'da da Latin alfabesinin benimsenmesi tartışmaları 1860’dan beri sürüyordu. Çünkü, Türkiye'de Arap harfleriyle okuma yazma bilenlerin sayısı nüfusun yüzde 6'sınt bile geçmiyordu. İttihatçılar, bir ara bitişik Arap harfleri yerine ayrık harfler kullanmayı denediler ama, yazı fazla uzadığı için sonuç alamadılar. Bu sıralarda bazı yazarlar Latin harfleri almayı öneriyorlardı; ancak, böyle bir değişikliğin gerçekleşmesi için, Atatürk gibi bir otoritenin başa geçmesi gerekiyordu.
Atatürk, harf konusu ile yakından ilgilenmiş ve bu yolda en doğru ve kesin kararı yine kendisi vermişti. Danışmanları, yeni harflerin uygulanması için 10 yıla varan süreler gerektiğini bildirdilerse de, Atatürk bunu kabul etmedi; 1928'de 1353 sayılı yasa ile kabul edilen yeni harflerin en geç 1 Ocak 1929^8 her yerde uygulanmasını istedi.
Alfabe değişikliğinin çok büyük bir hızla uygulanmak istenmesi, konunun büyük bir kampanya halinde topluma sunulmasına yol açtı. İlk dört ay içinde 5000 öğretmen Latin harflerini öğrendi. 1929 yılında bütün yurtta "Millet Mektepleri" açılarak 15-45 yaşlan arasında kadın-erkek bütün vatandaşlara bu okullara gitme zorunluluğu getirildi, 1929-1934 yılları arasında bir milyon 200 bin kişi bu okullarda eğitim gördü.
Yeni harflerin kabulü konusunda, ilk günden bu yana pek çok eleştiri ve övgü yapıldı. En büyük eleştiri, kitaplıklarımızı dolduran eski kitaplardan ve eski belgelerden yeni kuşakların yararlanamayacak olması üzerinde yoğunlaştı. Ancak, gelecek kuşaklar adına bu özveriye katlanılması gerekiyordu. Bu kitaplardan vazgeçilmez olanları yeni Türkçe'ye çevrilebilir, uzmanlık isteyen konularda da isteyen eski harfleri öğrenebilirdi.
Daha sonra, sadece alfabe değişikliğinin eğitimin yaygınlaştırılması için yeterli olmayacağı düşünülerek dilin de geliştirilmesi düşünüldü. İsmet İnönü, daha 1925 yılında Fransızca Larousse'un bütün kelimelerini karşılayacak bir Türkçe sözlük hazırlanmasını istemiş ve bir dil komisyonu kurmuştu. Bundan üç yıl sonra Latin alfabesinin kabul edilmesi, yazımda zorluk çıkaran yabancı sözcüklerin de sadeleştirilmesi konusunu gündeme getirdi. Atatürk, dil sorunuyla batılılaşma çabalarını temellendirebileceği tekilci bir kültür kuramına ulaşmayı düşünüyordu. Onun isteğiyle 1932 yılında Türk Dili Tetkik Cemiyeti kuruldu. Bu kurum, daha sonra "Türk Dil Kurumu" adını aldı...
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız