Sakaoğlu, bugün birçok meraklı tarihçinin “Cellat Çeşmesi” diye bildiği, kimi turist rehberlerinin de “Cellat Çeşmesi” diye gösterdikleri bu çeşmenin kitabesine de kitabında yer verir: “Cellat Çeşmesi” diye gösterilen bu duvar çeşmesinin ayna taşında II. Abdülhamid'in tuğrası olup kitabesinde de adı okunmaktadır: “el-gaazi es Sultan Abdülhamid Han-ı sânî Efendimiz hazretlerinin / müceddeden bina ve inşa buyurdukları Hamidiye çeşmesidir / Nemika-i Mısrîzâde fi gurre rebiülevvel 1307 (26 Ekim 1889).”
Şimdilerde, Sakıp Sabancı Müzesi'nin danışmanlığını yürüten ve 1997 -2005 yılları arasında da Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğü görevini üstlenmiş olan Dr. Filiz Çağman söz konusu Siyaset Çeşmesi'nin dışında da pek çok çeşmenin de “cellat çeşmesi” olarak kullanılmış olabileceğini belirtiyor. Çağman, “Yani cellat birinin kafasını kesecekse, bu mutlaka orada kesilecek diye bir kural yoktu” diyor...
Şimdi yine Osmanlı'nın cellatlarına dönersek, genel olarak Çingenelerden oluşan Saray cellatlarının, Bostancı Ocağı'nın bir kolu olan “Cellat Ocağı'na bağlı olduklarını ve bu ocağın 20 kadar neferden meydana geldiğini görürüz. Emirleri doğrudan doğruya Bostancıbaşı'ndan alan cellatların başında bir cellatbaşı, onun altında da cellatlar ve cellat yamakları yer alırlardı. İnfazlar genelde satırla yapılırdı; ama yüksek makamdaki memurların infazları kan akıtmadan, kementle boğularak ya da asılarak yerine getirilir, idam uygulanmadan önce de, makam ve mevkilerinin gerektirdiği saygı kendilerinden esirgenmezdi.
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız