Bundan çok yıllar önce, saraylarda padişahların yaşadığı, meydanlarda okların atıldığı, pazarlarda altın sikkelerle alışveriş yapıldığı zamanın birinde, güzel bir bahçenin tam ortasında, bembeyaz bir ev varmış. Bu evde altın sarısı saçları olan, güzel mi güzel, alımlı mı alımlı, al yanaklı, gül dudaklı, boylu poslu Gülnar adında bir genç kız, annesiyle yaşarmış. Güzeller güzeli Gülnar, her sabah babaannesinden kalma kemik tarağıyla saçlarını taramayı çok severmiş. Her gün yumuşacık saçlarını bir saat, iki saat hiç bıkmadan tarar da tararmış. Sonra da tarağın dişlerine takılan ve yere dökülen saç tellerini itinayla toplarmış. Onları pembe ipek mendilinin içine sarar, bir çekmecede saklarmış.
Oturdukları beyaz evin bahçesi, öyle güzel çiçeklerle bezeliymiş ki kokuları, siz deyin on mahalle, ben diyeyim yirmi mahalle öteden yayılırmış. Renkleri o kadar canlı, o kadar başkaymış ki bahçenin önünden her geçen durup çiçeklere bakar, onların güzelliklerine hayran kalırmış. Gülnar’ın annesi Hatice, bir çocuk gibi severmiş bu güzel çiçekleri. Okşarmış, öpermiş, her akşam güneş batınca dağların gerisine, ay ışığı altında bu çiçekleri tek tek sularmış. Laleler onu gördüklerinde daha dik durmaya, menekşeler kokularını her köşeye yaymaya, güller iri iri açmaya çalışırlar, güzellik yarışına girişirlermiş. Hem çiçeklerle yaşamak öyle kolay da değilmiş. Çabuk küser, çabuk solar, boyunlarını da çabuk bükerlermiş Pek nazlı, pek nazenin, pek hassas, pek narin, pek kırılgan imişler. Onları asıl besleyip büyüten de sevgiymiş. Hatice haftada bir kere, karanlık çöker çökmez Gülnar’ın altın sarısı saç tellerinden birini alır, bahçedeki o güzel çiçeklerden seçtiğinin içine yavaşça koyarmış. Ertesi sabah da o çiçek, Hatice’ye bir altın verirmiş. Bu, anne ile kızının kimseye duyurmak istemedikleri bir sırmış. Anne kız böyle yaşar giderlermiş. Ancak insanlar çeşit çeşitmiş. İyiler de çokmuş, kötüler de. Kimin iyi, kimin kötü olduğunu ise bilebilmek pek zormuş. Günlerden bir gün, nasıl olduysa kadının biri, bir köşede dururken Hatice’nin çiçekten altın aldığını görüvermiş. Hayret etmiş, gözlerine inanamamış, dönüp bir daha bakmış:
— Gördüklerim doğru mu acaba, demiş.
Hemen aklında türlü fikirler dolaşmaya, bu fikirler de bir kurt gibi beynini kemirmeye başlamış. Sonunda bu fikirlere yenilmiş, aklınca bir plan hazırlamış. Üzerine eski püskü, yırtık pırtık giysileri geçirip, elini yüzünü kire pasa bulayıp, güzel bahçeli beyaz evin kapısına varmış. Hatice ile Gülnar kapıya, bu perişan görünen kadının karşısına çıkmışlar. Ona:
— Buyurun, demişler gülümseyerek.
Kadın iki büklüm bir hâlde, kısık bir sesle:
— Misafir etseniz beni birkaç gün, Allah rızası için, deyip kapının önüne yıkılıvermiş.
Hatice kadına pek acımış, onun hâline pek üzülmüş. Hemen ana kız, kadını içeri taşımışlar. Yatağa yatırıp üstünü örtmüşler. Merakla başında beklemeye başlamışlar. Bir süre sonra kadın gözlerini açmış:
— Su içsem, demiş.
Gülnar, bir koşu su getirmiş:
— Açım, demiş kadın.
Bu sefer de koşmuş mutfağa, sıcak çorba getirmiş. Bir güzel kadının karnını doyurmuşlar. Yemeğin ardından da kadın açmış ellerini, uzun uzun Gülnar ile annesine dua etmiş. Kadın o kadar güzel dualar ediyormuş ki Gülnar ile Hatice çok mutlu olmuşlar.
Hatice, kadına üzülerek:
— Evin yoksa kal bizimle, yoldaş olursun bize, demiş.
Kadın, hiç beklemeden hemen atılmış:
— Olur, olur kalırım, diyerek havaya bir çığlık bırakmış.
Kim ne düşünür nereden bilsin Hatice? Kimin niyeti nedir, nasıl bilsin? O günden sonra birlikte yaşamaya başlamışlar beyaz evde. Güzel, temiz elbiseler vermişler kadına. Birlikte yiyip birlikte içmeye, birlikte gezmeye, birlikte oturup kalkmaya kısa zamanda pek alışmışlar. Her sabah Gülnar’ın altın sarısı saçlarını o tarar olmuş. Her teli itinayla toplamış, kimse görmeden bir kısmını ayırıp saklamış. Fırsat buldukça da bahçeye çıkıp sakladığı saç tellerini çiçeklere koymuş. Ertesi sabah da kimse görmeden çiçeklerden bir bir altınları toplamış. Günler geçmiş, haftalar geçmiş, aylar geçmiş. Kadın bu işten çok yorulmuş. Yeter artık, diyerek bir gece yarısı Gülnar uyurken derin derin, mışıl mışıl, makası eline almış. Gülnar’ın altın saçlarını bir çırpıda kökünden tutup kesmiş. İşte o an olmuş, ne olduysa! Altın saçların her bir teli kocaman bir yılana dönüşmüşler. Kadın korkudan küçük dilini yutmuş. Olanlarla uyanan Gülnar:
— Durun, demiş yılanlara.
Kadını kurtarmış ama kadın bir daha hiç konuşamamış. O günden sonra da kiminle karşılaştıysa saçının tellerini eşarbının ucundan gösterip bir şeyler geveler, bir şeyler anlatmak istermiş. Lakin kimse, bu kadının ne dediğini bir türlü anlayamazmış. Ona acıdıklarından eline ekmek parası tutuşturup yollarına devam ederlermiş.
Kadın bir gün, bir sokağın köşesinde bağdaş kurmuş otururken aksakallı bir ihtiyar ile karşılaşmış. Aksakallı ihtiyar kendisine bir şeyler anlatmak isteyen kadının gözlerine uzun uzun bakmış. Sonra da:
— Bir adam vardı buralarda yaşayan, demiş kadına. Nalbant idi. Herkes sever, herkes hürmet eder, herkes pek güvenirdi ona. Bir sabah senin gibi o da gördü çiçeklerin verdiği altınları. Göz bir gördü mü, akıl bir yazdı mı, gözün gördüklerini kenara atamaz, insan kendini tutamaz olur. Günler boyu eline iş alamadı. Gelip gidenler, niye çalışmıyorsun, hasta mısın, diye sordular uzun süre. Nalbant kimseyle tek kelime konuşmadı. Gözünün önünden çil çil altınlar gitmiyordu. Bir damla uyku girmedi gözüne. Sonra baktı ki olmayacak, eline koluna, diline kulağına bir de aklına hâkim olamayacak. Her bir şeyini, neyi var neyi yoksa bırakıp çekip gitti buralardan. Kimseler bir daha haber alamadı o nalbanttan. Ne nereye gittiğini öğrendiler, ne de neler yaptığını duydular. Ben sana söyleyeyim mi ne oldu o nalbanda?
Kadın gözleri yuvalarından fırlayacakmış gibi ihtiyara bakınca devam etmiş aksakallı ihtiyar konuşmaya:
— Nalbant, şimdi padişahın sağ kolu. Vezir oldu memlekete. Eğer senin gibi tutmasaydı kendini, bu şehrin sokaklarında dolaşacak, adı da deli nalbanda çıkacaktı, demiş.
Bunları söyledikten sonra aksakallı ihtiyar, yürüye yürüye kadının yanından uzaklaşmış. Onun arkasından bakakalan kadın ise bağırmış da duyanlar gök yarıldı sanmış. Çocuklar korkudan öyle bir ağlamışlar ki kimse onları üç gün üç gece susturamamış. Kediler korkup damdan dama atlaya atlaya başka şehirlere miyavlamaya gitmişler.
Gülnar’ın saçları ise kısa sürede uzamış, yine eskisi gibi taranacak hâle gelmiş. Açgözlü olmanın, yalan söylemenin, kötü düşüncelerin ne kadar zararlı olduğunu da daha iyi öğrenmiş. Anne kız, uzun yıllar mutlu bir şekilde, beyaz evlerinde, güzel çiçekleri ile yaşamaya devam etmişler. Bir daha kimseye hemen güvenmemişler. Gerçekten ihtiyacı olan insanlara yardım etmişler. İnsanları iyice tanıdıktan ve onları gözlemledikten sonra onlara güvenmişler.
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız