Önemli kişilerin idamında Bostancıbaşı da bu çeşmeye kadar gelir, infaz sırasında bizzat burada bulunurdu. İnfazı burada uygulananlar Devlet-i Âli'ye, Sadaret makamına veya şeriata karşı gelmiş, isyan etmiş ya da çalıp çırpmış, casusluk yapmış, Harem'e göz dikmiş suçlulardı.
Her ne kadar Osmanlı'daki infaz şekli, idam hükümlerine göre kafa uçurularak, kementle boğularak ya da asılarak yapılmakta ise de bu çeşmenin önü, adından da anlaşıldığı gibi, suçluların kafalarının gövdelerinden ayrıldığı yerdi. Suçlu buraya getirilir, elleri arkasından bağlanıp, diz çöktürülür; cellat yamağı suçlunun saçlarından tutar. Cellatbaşı da, elindeki keskin satırı çok kuvvetli bir darbeyle ensenin orta yerine vurarak başı gövdeden ayırırdı.
Hükümlere göre, bilhassa suç işlemiş olan askerlerin, kumandanların başları vurulurdu. Padişah ve sadrazam emriyle yapılan “siyaseten” idamlarda cellatlar, satır yerine yağlı kement kullanır, infazı boğarak yapar, ancak maktulün başı, padişahın görmesi ya da “İbret taşı” üzerine konulması için, “şifre” adı verilen çok keskin bir ustura ile düzgün bir biçimde kesilirdi...
Osmanlı tarihinde cellatlar, yerine getirdikleri infazlar dışında işkence uygulamalarıyla da nam salmışlardı. İşlenen ya da işlendiği öne sürülen suçun türüne ve oranına göre, kazığa oturtmadan çengele asmaya; derinin yüzülmesinden çekiçle kemik kırmaya kadar, çok değişik işkence yöntemleri vardı. İşkencenin “püf noktası” da, suçlunun uzun süre ölmeden işkence çekmesini sağlayabilmekti! Bu durum cellada nam kazandırır, yüklü bahşiş almasını sağlardı.
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız